Esad sonrası Suriye: Beş soruda Türkiye'nin tutumu
11 Aralık 2024Suriye'de Beşar Esad yönetiminin beklenmedik bir hızda devrilmesinin ardından geçiş hükümeti kurulması ve istikrar sağlanmasına yönelik çalışmalar devam ediyor. Türkiye de bir yandan sahadaki gelişmelere uyum sağlayarak pozisyon almak için çaba gösterirken diğer yandan önemli konukları ağırlamaya hazırlanıyor.
Ankara merkezli diplomasi trafiği kapsamında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yaklaşan ziyaretleri Suriye ile ilgili süreçte önem taşıyor.
Peki Ankara'nın Suriye'de sahada durumun değişken olması da göz önünde tutularak şu andaki tutumunun ana hatları ve öncelikleri neler?
Türkiye açısından Suriye'de hangi başlıklar önemli?
Türkiye'nin 911 kilometrelik sınırının olduğu ve çok uzun yıllardır hemen hemen tüm "terör saldırılarının" kaynak yeri olarak değerlendirilen Suriye'de istikrar ve güvenliğin sağlanması birinci öncelik olarak gösteriliyor.
Ankara'nın önemli gördüğü bir diğer unsur ise Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması. Türkiye Suriye'nin parçalanmasını ve farklı etnik, mezhepsel bölünmelere gidilmesini istemiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dün partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, "Suriye'nin bir kez daha bölünmesine izin veremeyiz. Ülke topraklarının yeniden bir çatışma alanı haline gelmesine asla rıza gösteremeyiz" dedi.
Yönetimi yeniden şekillenmekte olan Suriye'de farklı etnik ve dini kesimlerin adil bir şekilde temsil edilmesini bir diğer önceliği olarak gösteren Ankara, herkesi kapsayan ve tüm yapıların temsil edilmesini sağlayacak yeni bir anayasa yapılmasının önemine işaret ediyor.
Esad yönetimi iktidarda iken Türkiye, Rusya ve İran'ın katılımıyla oluşturulan Astana formatının bir bölümünü anayasa komitesi görüşmeleri oluşturuyordu. Rejim yetkilileri, Suriye muhalefeti ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan komite yeni anayasa hazırlamakla görevlendirilmiş ancak çalışmalar somut sonuç vermemişti.
Son gelişmelerin ardından bu komitenin çalışıp çalışmayacağı ya da çalışırsa masaya kimlerin oturacağı henüz net değil.
Ankara'nın bir diğer önem verdiği başlık Suriye'nin "terörden" arındırılması ve IŞİD, YPG-PYD gibi yapıların etkin olmaması. Ancak bu noktada Ankara'nın terör örgütü olarak gördüğü ve Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) omurgasını oluşturan YPG'yi diğer ülkeler IŞİD'e karşı mücadelenin önemli bir parçası olarak değerlendiriyor ve terör örgütü olarak görmüyor.
Suriye'de Türkiye'nin önceliği olan bir diğer konu ise çatışmalarda yıkılan şehirlerin yeniden inşa edilmesi ve Suriye'de hayatın tamamen normale dönmesiyle Suriyelilerin gönüllü şekilde geri dönüşlerinin sağlanması.
Türkiye Suriye'nin kuzeyinde ne yapacak?
Suriye ile ilgili Türkiye'yi ve gündemi önümüzdeki dönemde meşgul edecek bir diğer konu başlığı kuzeydeki Kürt bölgesinde PKK'nın uzantısı olarak görülen YPG-PYD'nin varlığı ve sınırın öteki tarafından duyulan terör endişesi.
Radikal İslamcı Heyet Tahrir Şam (HTŞ) öncülüğündeki silahlı gruplar Şam'a doğru ilerlerken Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) ise Fırat Nehri'nin batısındaki Kürtlerin elindeki önce Tel Rıfat ardından da Münbiç'i ele geçirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere Türk yetkililer bu nedenle Suriye'nin parçalanmasına karşı olunduğunu belirterek, "toprak bütünlüğü ve siyasi birlik" vurgusu yapıyor.
Türkiye, YPG-PYD bölgesinden sınırları içine "ciddi bir terör tehdidi" bulunduğunu belirtiyor ve bu sürerken Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) çekilmesini bu aşamada mümkün görmüyor. Ankara'ya göre bunun olabilmesi için önce ülkede istikrarın sağlanması, yeni bir kalıcı yönetimin oluşarak ülke içinde güvenliği tesis etmesi ve terör tehdidinin tamamen sıfırlanması gerekiyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan hafta sonu Doha'da düzenlediği basın toplantısında Suriye'nin kuzeyinde son derece meşru Kürt tarafların bulunduğu ve onların uzun süredir muhalif güçlerin parçası haline geldiğini söyleyerek, "Ancak herhangi bir PKK uzantısı, Suriye'de herhangi bir şekilde meşru bir taraf olarak değerlendirilemez. Suriye'deki görüşmelerde görüşeceğimiz bir taraf olamaz" demişti.
Fidan, PKK kadrolarının Suriyeli olmadığına, dünyadan ve bölge ülkelerinden mensuplar barındırdığını da söyleyerek, "Suriyeli olmayanlar (PKK/YPG uzantılı) SDG'yi yönetiyor ve herkes bunu biliyor. Bu, gerçekten açık bir sır. Kendileriyle ilgili bir değişikliğe gitmedikleri sürece bu mümkün değil" ifadelerini kullanmıştı.
Türkiye'nin beklentileri ve endişeleri neler?
Esad yönetiminin devrilmesi tüm dünyanın beklemediği şekilde çok hızlı olurken, Ankara'ya göre bundan sonrası daha büyük önem taşıyor.
Heyet Tahrir Şam öncülüğündeki silahlı grupların ilerleyişi ve Şam'ın düşüşünün bu kadar çabuk olmasının insanlarda her şeyin bir anda düzeleceği algısı yarattığını söyleyen Türk yetkililer, işin zor kısmının yeni başladığını ifade ediyor. Şu anda ülkede her ne kadar geçici hükümet kurulsa da bir belirsizlik ve kaos ortamının bulunduğuna işaret edilerek, önce ortadaki kaosun yerini istikrara bırakması gerektiği vurgulanıyor. Türk yetkililer, bu sürecin çok da kolay olmayabileceğini çünkü pozisyonlarını kaybeden bazı silahlı gruplar ve kişilerin itiraz edebileceğini öngörüyor.
Grupların birbirine karşı "intikam kültürü" ile hareket etmemesinin de bu süreçte çok önemli olacağı belirtilirken, geçiş sürecinin başarısında dış etkenlerin de önemli rol oynayacağı öngörülüyor. Bu kapsamda İran'ın eskiden Irak'ta yaptığı gibi "bozucu etki gösterme ihtimali" de Ankara'daki yetkililerin işaret ettiği bir husus.
Türkiye HTŞ'ye nasıl bakıyor, irtibatı var mı?
Şam'ı ele geçiren radikal İslamcı Heyet Tahrir Şam, Suriye'nin kuzeybatısında, Hatay'ın tam karşısında yer alan ve Türkiye'nin kontrolündeki İdlib bölgesinde etkin bir örgüttü.
Son ilerleyişinde Türkiye'nin HTŞ'ye destek verip vermediği ya da yeşil ışık yakıp yakmadığı tartışmaları da gündemde. HTŞ, El Kaide ile olan kökenleri nedeniyle Türkiye ve pek çok Batı ülkesi tarafından terör örgütü olarak tanımlanıyor.
DW Türkçe'nin yetkililerden edindiği bilgiye göre ise bazı çevrelerde dile getirilen "HTŞ'nin tamamen Türkiye'nin kontrolünde olduğu" iddiası doğruyu yansıtmıyor. Yetkililere göre son gelişmeler öncesinde Türkiye'nin kontrolündeki İdlib bölgesini yöneten HTŞ ile ilişki vardı ancak örgüt üzerinde insani konularda bile her zaman etkili olunamıyordu.
Şu anda Ankara'nın farklı kanallarla HTŞ ile irtibatı bulunuyor ancak gelişmeler çok hızlı aktığı ve henüz netlik kazanmadığı için bilinen anlamda bir diyalog aşamasında değil.
Ankara'da bizzat Erdoğan'ın Esad'a masaya oturma ve müzakere çağrısını son 6 ayda defalarca yaptığı hatırlatılırken, devrik lider Esad'ın çevresindeki İranlı danışmanların da etkisiyle buna olumlu yanıt vermediği düşünülüyor.
HTŞ'nin "terör örgütü" tanımı nasıl kalkacak?
HTŞ, Türkiye dahil pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak tanımlanmış bir örgüt.
Ancak son yıllarda eski cihatçı köklerinden koptuğunu ve küresel bir cihat anlayışını savunmadığını belirten örgütün Esad yönetimini devirmesinin ardından tüm ülkelerin bu tanımı gözden geçirmesi bekleniyor.
Bu kapsamda BM Güvenlik Konseyi'nin kararı kritik. BM de HTŞ'yi "terör örgütü" olarak listelemiş durumda.
Ankara'daki genel beklenti HTŞ'nin kendini lağvedip ismini değiştirmesinin ardından BM Güvenlik Konseyi'nin yeni bir karar çıkarmayarak yeni isim alacak olan yapıyı "terör örgütü" olarak ilan etmeyeceği yönünde. Aynı durumun Türkiye'nin listesi için de geçerli olması bekleniyor.
HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani son günlerde Batı basınının önemli kurumlarına demeçler vererek etnik ve dini azınlıklara saygı gösterecekleri güvencesi vermiş ve HTŞ'yi lağvetmeyi değerlendiklerini açıklamıştı.